Ögeler etikete göre görüntüleniyor: Neo Liberalizm

Almanak 2010Türkiye’de 1999’dan itibaren hayata geçirilen sosyal güvenlik reformu konusundaki girişimler, 2008 yılında nihai şeklini aldı. Bunun üzerine emek platformu, sendikalar, sivil toplum örgütleri yaptıkları etkinliklerle geniş ölçüde bu reformun neye/kime hizmet ettiğini deşifre etmişlerdir. Bu bağlamda bu yazıda 2008 yılında kabul edilen, 2010 yılında yeni değişikliklerle tamamlanan Sosyal Sigortalar Sağlık ve Sosyal Güvenlik Kanunu ile sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklik ile sosyal güvenlik reformunun ve bunu dayatan neo-liberal politikaların yaşlanmayla ilgili gerekçeleri ve bu reformun yaşlılara etkisi ele alınmaktadır.

İlk başta Sosyal Güvenlik reformunun yaşlılarla ilgisinin ne olduğu sorusu akıllara gelebilir. Ömrün son aşaması olarak yaşlılık, emek piyasasından çekilme, emek piyasası açısından değersizleşme dönemidir. Dolayısıyla devletlerin karakteri ve tutumu düşünüldüğünde üretim ve bölüşüm açısından yaşlıların en az ilgiye değer kesim olarak görüleceği açıktır. Durum böyleyken Şziksel, sosyal koşullar ve sağlık açısından ise yaşlılık, ömrün diğer dönemlerine göre daha çok bakım ve özen gösterilmesi ve yaşam koşullarının düzenlenmesi gereken dönem olmaktadır. Böyle bir ikilem olguları doğru değerlendirecek toplumcu ve insani yaklaşımların gizlenmesine ve yaşlılığın neo-liberal bir bakış açısıyla değerlendirilmesine neden olmaktadır.

Ek bilgiler

  • Yazar Nilüfer Korkmaz
  • Yıl 2010
Yayınlandığı kategori Toplum

Almanak 20091980 sonrasında Türkiye’de yeni liberal politikaların eşlik ettiği ihracata dayalı büyüme modeli ile birlikte hizmetlerden sanayiye, sanayiden tarıma yeniden yapılanmaya başlamıştır. Bu yeniden dönüşüm sürecini başlatan etkenler; içsel koşulların getirdiği iradi isteğin yanı sıra dışsal koşulların zorunlulukları olmuştur.

Sosyal devlet olma halinden piyasa devleti olma haline geçiş sürecinde kamu harcamaları daraltılmış, özelleştirme ve ticarileştirme uygulamalarına geçilmiştir. Böylece Kamu İktisadi Teşekkülleri özelleştirilmeye başlanmış, teşvikler uluslararası arenada rekabet avantajını sağlayan sektörlere yönelik olmasıyla tarım gibi devasa sektör bir kenara itilmeye başlanmıştır. Bu itilme tarımsal istihdamda çözülmeyi getirirken diğer yandan tarımsal sanayiler ve küçük çiftçiler için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Yeni başlangıçları yapan tarımsal sanayiler ve küçük çiftçiler içinde başında ise çay üreticileri gelmektedir. Türkiye’de Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en önemli geçim kaynağı olan çay üretiminde yaş çay alımının yapan işleyip pazarlama olanaklarını gerçekleştiren bir Kamu Devlet Teşekkülü olan ÇAYKUR özelleştirilecektir. Özelleştirme sürecinin olumlulaştırma ve geçişi kolaylaştırmak adına 2006 yılında kurulan Ulusal Çay Konseyi ile 2010 yılında Çay Borsası’nın açılması öngörülmüştür. Bunun yanı sıra çay üretiminde de sözleşmeli çiftçilik uygulamasına geçilmeye başlanmıştır.

Ek bilgiler

  • Yazar Berna Güler Müftüoğlu
  • Yıl 2009
Yayınlandığı kategori Tarım - Orman

Almanak 2008Kapitalizmin neoliberal yeniden yapılanma döneminde, dünya pek çok yeni olgu ile karşılaştı. Geride bıraktığımız 30 yıllık zaman diliminde, kapitalizm bir önceki dönemin üretim biçimi olan fordizmden postfordizme geçerken, üretim biçimindeki değişime bağlı olarak devlet, toplum ve kültür de köklü değişimlere ve yeniliklere sahne oldu. Fordizmde; fabrikada, tam zamanlı ve sendikalı olarak çalışan uzmanlaşmış personel ile kapsamlı bir üretim planlaması çerçevesinde standart ve stoklu kitlesel üretim yapılmaktaydı. Söz konusu üretim koşulları içerisinde devlet iktidarının meşruluğu, “artan ölçüde, fordizmin yararlarını herkese yayabilme ve kitlesel ölçekte, ama insanca ve şefkatli bir biçimde, yeterli sağlık bakımı, konut ve eğitim hizmeti sağlayabilme kapasitesine bağlı olmaya başlamıştı” (Harvey, 1997: 162). İşte söz konusu bu ortam, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünyasına Batı’da refah devletini, Üçüncü Dünya’da ise sosyal devleti armağan etti. Ancak sanayi temelli bir ulusal kalkınmacılığın damgasını vurduğu 1945-73 arasındaki 30 yıllık kapitalizmin altın çağı, 1973 yılından itibaren aşırı biriken sermayeye bağlı olarak yaşanan kâr hadlerindeki düşüş ile birlikte sona erdi.

Yatırım alanlarının tıkanması ile birlikte biriken sermayenin değer yitirmesine bağlı olarak ortaya çıkan kriz, sermayenin yeni yatırım alanları olarak devletin hakim olduğu sektörlere göz dikmesine yol açtı. Bu nedenle yeni dönemin hakim söylemi olan neoliberalizm, her türlü devlet müdahalesine radikal bir biçimde karşı çıkış olarak sahnedeki yerini almıştır. 1973’ten itibaren giderek yaygınlaşan finansallaşma, serbest piyasa ve özelleştirmeler ile ilerleyen neoliberal birikim stratejisini Harvey “el koyarak birikim”, Bauman’ın ise “yeni mülksüzleştirilme: bu kez devletinki” biçiminde ifade eder (Harvey, 2004; Bauman, 1999). Harvey’e göre “neoliberal akımın amentüsü özelleştirme ve piyasa liberalizasyonu olduğu için, ‘ortak mülkiyet nesnelerinin çevrelenmesi’ devlet politikalarının başlıca amacıydı. Devletin elindeki varlıklar ya da ortak mülkiyete konu değerler piyasaya sürüldü, böylece aşırı birikmiş sermaye bu varlıklara yatırım yapabilecek, bunları yenileyebilecek ve bunlar üzerinden spekülatif etkinliklerde bulunabilecekti. Yeni kârlı alanlar açılmıştı ve en azından bir süreliğine aşırı birikim sorunu çözülmüş gözüküyordu. Bir kez harekete geçtikten sonra bu akım, hem yurtiçinde hem de yurtdışında özelleştirme yapılabilecek başka alanlar aramaya başladı” (Harvey, 2004: 131).

Ek bilgiler

  • Yazar Evren Haspolat
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Küreselleşme

Almanak 2008Günümüzde genel olarak eğitim sistemindeki ve özel olarak da yüksek öğrenim sisteminde yaşanan dönüşümü, kapitalist toplumsal ilişkilerin bugün aldığı biçim olan neoliberal politikalar ele alınmadan tartışmak olanaklı değildir. İktidar sahipleri açısından yükseköğrenim alanı her zaman özel bir çatışma alanı olmuştur. Günümüzde üniversiteler, emekçilerin yeteneklerini işgücü pazarına uyarlayarak sermayenin ve devletin ihtiyaçlarını toplumun ihtiyaçları gibi sunma görevini üstlenmişlerdir. 1970’lerde düşen kar oranları, enşasyon, işsizlik ve ödeme dengesindeki açığa çare olarak kapitalizmin yeni yapılanış biçimi olarak neoliberalizm öne sürülmüştür. Bu hedeşer doğrultusunda devletin görevleri gerekli hukuki, kurumsal ve ideolojik düzenlemeleri yaparak yeni küresel düzenin kurulması ve işlerlik kazanması için ülke çapında önlemler almak olmuştur. Geliştirilen esnek çalışma ilişkileri aracılığıyla emeğin baskılanması ve disiplin altına alınması daha da kolaylaşmakta, sermaye birikiminin istikrarını bozan her türlü hukuk kuralı, yasa ve düzenlemenin engel olmaktan çıkması mümkün olabilmektedir. Bu yazıda öncelikle üniversitelerdeki neoliberal dönüşümün genel olarak mekanizmalarına, diline, tekniklerine baktıktan sonra bu teknik ve mekanizmaların Türkiye’nin ekonomik ve siyasal yapısında aldığı biçime bakacağım.

Üniversitenin piyasalaşması uzun bir tarihe sahiptir. Uzun bir süredir artan öğrenci sayısı karşısında yüksek öğretimin kaynak yetersizliği içinde olduğu düşünülmüş ve bu sorunun çözümü için bulunan formül müfredatın standartlaştırılması olmuştur. Böylelikle de bilgi, öğrencilerin satın alacağı bir ürüne dönüştürülerek ders kitabı formatında paketlenmiştir

Ek bilgiler

  • Yazar Yasemin Özgün Çakar
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Eğitim

Almanak 2008İstanbul, yüzyıllar boyunca pek çok imparatorluğa başkentlik yapmış, önemli bir şehirdir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte başkentin Ankara’ya taşınmasına rağmen, ekonomik, sosyal, tarihsel,  kültürel ve turistik açıdan hâlâ Türkiye’nin en önemli kentidir. İstanbul’un da dahil olduğu büyük kentlerin temel sorunlarından birisi de gecekondulardır. 1980’li yıllarda Türkiye’de uygulanan neo-liberal politikalarla birlikte gecekondu alanları birer kâr ve rant kaynağı olarak görülmeye başlamış; özellikle 1990’lı yılarda gündeme gelen kentsel dönüşüm projeleri, 2000’li yıllarda yasal bir statüye kavuşarak uygulama safhasına geçmiştir.

Kentsel dönüşüm projelerinin uygulandığı mahallelerden birisi ise İstanbul’da Romanların ağırlıklı olarak yaşadığı, Fatih ilçesine bağlı, Sulukule Mahallesi’dir. Hükümet ve yerel yönetimler, bu mahalleyi yıkarak burada kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yenileme çalışmaları yapmaktadırlar. Bu projenin romanların yerleşim ve yaşam mekanları ile kültürleri ve kentin tarihsel hafızası üzerinde olumsuz etkileri vardır. Çünkü bu projenin amacı Romanların yaşam alanlarını ve koşullarını düzelterek onların yaşam kalitelerini yükseltmek değildir. Amaç, Romanları kentin 40 kilometre uzağına taşıyıp onların yaşadığı bölgeyi ellerinden alarak ve devlet eliyle soylulaştırma uygulaması yapılarak rant yaratacak mekanları küresel sermayenin ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda yeniden biçimlendirmektir. Elbette teorik olarak Romanların da yenilenen Sulukule’den kendilerine ev alma imkanları vardır. Fakat pratikte, işsizlik ve düzenli gelir yetersizliği ve yoksulluk gibi sebeplerle pek çok Roman’ın buradan daire almaları neredeyse imkansızdır.

Ek bilgiler

  • Yazar Nilüfer Korkmaz
  • Yıl 2008
Yayınlandığı kategori Kentleşme
Ara...